Nurcan Erol Yazdı: Labirent
Hayat, içinde yaşamaya mahkûm olduğumuz bir labirent gibi gelmiyor mu size de bazen? Birçok koridorun olduğu o labirentte nereye gideceğimizi bir türlü bulamadığımız hani. Bazen hayatın akışı seni buna mahkûm eder, bazen sen sonucunun ne olduğunu bile bile girersin o labirente. Tesadüfî veya bilinçli bir şekilde girdikten sonra elbette kurtulmak istersin o labirentten, ama hangi koridorun seni özgürlüğe kavuşturacağını bir türlü bulamazsın. Sonra yürümeye başlarsın. Bir süre yürürsün, aklındaki çıkışı bulma umuduyla. Ne kadar yürürsün, nerede durup neler yaşarsın bilinmez ama aklında hep çıkışa gitmek varsa bulunduğun yerde de kalamazsın hiçbir zaman.
Çıkışı bulmak adına denediğin her koridorda yeni insanlar girer hayatına. Hayat dediğimiz şey de, o koridorlarda karşına çıkan insanlarla yaşadıklarımızın toplamı değil midir zaten?
Rastlantısal olarak girdiğimiz koridorlarda kendimize en yakın insanları seçmeye çalışırız. Sevinçlerimiz, sevme şeklimiz, acılarımız, mutsuzluklarımız ve travmalarımızla ortaklaştığımız kişilerle bir bağ kurarız. O bağı bulunca kendimizi oraya ait hisseder ve bir çıkış aradığımız fikri o an çıkar aklımızdan. Belli bir zaman geçtikten sonra bazı şeyler rahatsız etmeye başlar. Niye orada olduğumuzu, neden uzunca bir süre orada kaldığımızı sorgularız. Sonra kendimiz gibi olan insanlarla kurduğumuz o bağın diğer hiçbir olgu ile değil de sadece travmalarımızla kurduğumuz bir bağdan ibaret olduğu gerçeği ile yüzleşiriz. Sonra ayrılıklar gelir. İşten ayrılmak, aşkın ya da arkadaşlığın bitmesi gibi.
Aslında olan şudur; labirentin yani o koridorunun miadı dolmuştur herkes için. Cebimizde adına tecrübe dediğimiz birçok yaşanmışlıkla ve içimizde bitmeyen bir umutla en yakın yerden başka bir koridor belirler ve yönümüzü oraya döneriz. Ama artık bütün koridorlar tanıdıktır. Biz kabul etsek de etmesek de hiç bir çıkışın olmadığı kör bir koridorda olduğumuz gerçeğiyle yüzleştirir hayat bizi.
Ne çıkabildiğimiz, ne kalabildiğimiz...