Zeynep Yazıcı Yazdı; Sahi Hayat Neydi?

SAHİ HAYAT NEYDİ?

Uyandı
Sabahın halsiz sarhoşuğu ile kalkıp uzun bir koridorla dans eden ayaklarını,yüzünü şebeke suyunun soğuk dokunuşu ile kavuşturan rutubet kokan banyoyla buluşturdu…

Diş fırçası koyduğu yerde yoktu.Parmak ucuna biraz macun sıkıp aynaya bakarak dişlerine sürdü,sonra çalkaladı ağzını vicdanını rahatlatacak kadar bir ağız bakımı için kafiydi bu kadarı…

Odaya döndü pencereyi açtı.Ağaçlar ölülerin ardından ağıt yakan yaşlı kadınlar gibi bir o yana bir bu yana sallanıyorlardı.
Telefonun sesi geliyordu en sevdiği şarkı sadece o aradığında çalmak üzere atanmıştı…nerdeydi telefonu?

Ya bulana kadar arama biterse…dün yatağın kenarında bırakmıştı.acemi bir koşuşta küçük ayak parmağını yatağın kenarına çarptı acı ile kahkaha attı aklına (aşk acısı ne ki siz hiç küçük ayak parmağınızı sehpanın köşesine çarptınız mı ?)benzetmesini içeren bir köşe yazısı geldi.
Telefonu etejerle yatağın arasına sıkışmış halde bulduğunda arama sonlanmıştı.
Acaba hemen dönmeli miydi yoksa bir süre önemsemiyormuş algısı yaratmak adına beklemeli miydi.
Evet öyle yapacaktı.Cepte keklik sanılmamalıydı.Ne de olsa yazmasa yazmaz aramasa yaşıyor mu merak etmez bir kadının aşkıyla yanıp tutuşan o değil miydi?

Dün çıkardığı gömleği kokladı idare ederdi acemi bir telaşla önce gömleği sonra yıkanmaktan solmuş renkli temiz pantolonunu giydi hepsi tek olan çoraplardan birbirine en yakın renklerde olanlardan seçerek giydi.

Mutfağa geçti;
Kahve için koyduğu suyun kaynayan buharında 
Geceden kalan kurumuş bir ekmek diliminin yumuşamasını beklerken buzdolabında kalan son peynir parçasını ağzına atıverdi.Daha on gün vardı maaşa.Yarım şişe rakısı öksüz kalacaktı.Tamtakır dolabın ona meze olacak hiçbirşey bırakmayışına içerleyerek yumuşayan bayat ekmeği ve sert kahvesini alıp apartman görevlisinin kapıya bıraktığı gazeteyi de alıp salona geçti.
Televizyonu açtı sadece ses olsun istiyordu evde…yoksa her palavraya toktu karnı.Aklı kaçırdığı aramadaydı.Sabah sabah neden aramıştı.özlemiş miydi?uyanır uyanmaz aklına düşeceği kadar onu önemsemiş miydi?

Yirmi dakika olmuş arasam yeterince beklemiş olur muyum diye düşündü 
Salon penceresi önüne alt komşu görmeden bıraktığı kuru ekmekler yenmişti…huysuz Feride kızıyordu kuşlar pisliyor diye sanki kendi yediklerini ölene dek içinde tutuyordu hayvancağızlar aç mı kalsındı….
Sokağın seslerini dinledi bir süre gazetelerin saçma başlıklarına göz attı yerel seçimlerde kıyasıya mücadele edecek olan tek derdi anlamsız bir yarışın içinden sağ çıkmak olan egolara tek tek baktı.
Telefon tekrar çaldı bu sefer herhangi biri aradığında çaldığı gibi ruhsuz bir tonda çalmıştı.
Açtı.
İş yerinden ortak bir arkadaşlarıydı “çok üzgünüm’dedi
‘Zerrini kaybettik’
Yok başka bir şey demiş olmalıydı 
Zerrin değil Zerrin olmayan herşey belki herkes ama Zerrin değil…
Ama dedi beni aradı bu sabah dönecektim bekliyordum arayacaktım.
“Annesi haber vermek için  aramış olmalı bu sabah uyanamamış.Kalp krizi dediler”
Kapattı telefonu Onu aramamak için sabrettiği son 50 dakikayı düşündü.taktik yapmıştı daha gururlu gözükmek adına…taktik…yaşamayan birine…
Kahvesini bitirdi.Kedinin mamasını kaba doldurdu.Ayakkabılarını giydi.Eve son kez dönüp baktı.
Anahtarı kapının arkasında bırakmadığından emin olmak için el yordamıyla kontrol etti.
Kapıyı çekti çıktı gitti.
Aklında tek bir soru
‘Hayat taktik,gurur,plan yapmak için yeterince uzun bir hikaye miydi?