Son yıllarda dilimizden düşmeyen kelime üzerinden bir okuma yapmak istiyorum siz değerli okurlara. Siyasi ve bürokratik tartışmalarda dillerden düşmeyen bu kelimenin, daha doğrusu kavramın biraz üzerinden geçelim. Türk Dil Kurumu'nun sözlüğüne göre liyakat kelimesi, değerli, iş bilmek ve ehli olmak anlamları taşır. Bu tanımlamadan hareket ettiğimizde bir kişi iş, siyaset veya bürokrasi alanında herhangi bir konuma geldiğinde o yeri hak edecek yeterliliğe sahip olduğunu düşünürüz. Sizi o pozisyona getiren kişilerin kendi geldikleri konuma da liyakatla geldiğini düşünmek, bilmek isteriz. Zira ancak kendisi bir mevkiye liyakatla gelen kişiler aynı şekilde atamalar yapabilmektedir.
Ben şimdi konuyu biraz siyaset alanına çekmek istiyorum. Siyasi partilerin gerek milletvekili, gerek belediye başkan adayı belirleme süreçlerinde kamuoyu ile paylaştıkları söylemler ile eylemleri arasında makuliyet problemi oluşmaya başladı. Bir seçim bölgesinde o bölgenin iç dinamiklerini bilen, belli alanlarda ehil olan, entelektüel, araştıran, sorgulayan, objektif, akılcı politikalar uygulayabilecek kişileri adaylaştırmak yerine, birisinin yeğeni, kuzeni, başkanın en yakın arkadaşı, filancanın adamı gibi gayet “samimi” tercihlerle hareket ediliyor. Konuşurken en çok kullandıkları kelime olan “liyakat” kelimesi hemen rafa kaldırılıyor. Belli bir zümrenin ya da kişinin adamı olarak o koltuklara oturan fakat hiç bir şekilde o koltuğun hakkını veremeyecek vizyonsuz başkanlar beliriyor siyaset sahnesinde. Bu tarz atamalar da kamu nezdinde hem partileri hem de kişileri değersizleştirmektedir.
Liyakaten değil de, siyaseten o makama gelen- getirilen belediye başkanlarının yönetim şekillerine baktığımızda da gerçekten içler acısı görüntülerle karşılaşıyoruz. Oralarda da şu tarz durumlar önümüze çıkıyor. “Elimizde bir pozisyon var buna en ehil kişiyi bulmalıyız” yerine, “Elimizde biri var o kişiye bir mevki bir pozisyon vermemiz gerekiyor” a dönüyor. Siyaset sahnesi kişiye göre iş yerine, işe göre kişi belirlemediği sürece bu kısırdöngü sürüp gidecektir. Hasılı belediye başkanı belirlerken gösterilmeyen hassasiyet, doğal olarak birçok alana sirayet etmesi kaçınılmaz oluyor. Elbette bu örnekler her zaman negatif olmuyor, kimi zaman pozitif durumlarla da karşılaşıyoruz, lakin bu örnekler de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az oluyor. Bir vatandaş olarak belli bir uzmanlık alanınızdaysanız sizin uzmanlığınızı tanımlayan birime gidip meramınızı anlatmaya çalışırsınız karşı tarafın sizi anlamasını beklersiniz (ki insanın en çok istediği şeydir anlaşılmak) fakat birim yetkilisinin sizi anlamadığını, anlayacak kapasitede olmadığını fark ettiğinizde büyük bir hayal kırıklığı yaşarsınız. Çünkü o birim yetkilisi oraya liyakatla atanmamıştır. Bir belediye çalışanı amir, müdür, koordinatör gibi görevlere siyaseten ya da yakınlık üzerinden gelip sanki orayı hak etmiş gibi davrandığında gülünç duruma düşmektedir. Bulunduğu konumdaki yetersizliğini ego ve otoriter yönetim anlayışı ile kapatmaya çalışır. Böyle durumlar parti ayrımı yapmaksızın maalesef sık sık yaşanıyor ülkemizde. Gönül ister ki kamuda, siyasette ve hayatın her alanında liyakatlı, vizyoner kişiler görelim ama benim umudum yok. Bir çok platformda söylediğim bir sözü söyleyerek yazımı bitirmek istiyorum..
“Vizyonu olanları yetkisi, yetkisi olanların vizyonu yok”.